17 Temmuz 2013 Çarşamba

Yarasalar

YARASALAR HAKKINDA BİLGİLER10/31/2009 3:49:51 PM
 


Yarasa (Chiroptera), uçma yeteneğine sahip memeliler takımı. Kanatlarını çırparak gerçek anlamda uçabilen yegâne memeliler takımı. 980 türü bilinmektedir. Her iki yarım kürenin tropikal bölgelerinde yaşarlar. Küçücük tilkiye benzeyen yüzleri, büyük kulakları, ön ve arka ayakları arasında gerili tüysüz zarımsı kanatları, vücutlarını örten kürkleri, parlak küçücük gözleriyle garip görünüşlü hayvanlardır. Derimsi kanatlarından dolayı bunlara “etkanatlı” da denir. Gececidirler. Gündüzleri karanlık yerlerde, arka ayaklarının çengelleriyle başaşağı sarkarak dinlenirler. Gece avlanmaya çıkarlar. Çoğu böcekçildir. Meyve, çiçek özü ile beslenenleri de vardır. Kuş, kertenkele, kurbağa ve balık avlayanlarına da rastlanır.
El parmakları uzamış ve esnek uçma derisiyle çevrilmiştir. Çoğu tür, baş aşağı tutunarak uyur. Geceleri aktif olan bu canlıların koklama ve tat alma duyuları çok iyi gelişmiştir. Meyveyle beslenen türler haricinde, görme duyuları iyi gelişmemiştir. Çıkardıkları çok yüksek frekanslı ses dalgalarının, etraflarındaki cisimlere çarpıp geri dönmesi yardımıyla yönlerini bulurlar ( ekolokasyon). Bu sesler, çoğunlukla insanlar tarafından duyulamaz.
Kaliforniya Körfezinde balık avlayan yarasalar, Cordonosa Adasının mağaralarında binlercesi bir arada tüner. Akşam balık tutmaya çıkarlar. Suyun üst yüzeyindeki balıkları pençeleriyle kaparlar. Ön parmaklar, arka parmaklarından daha uzun olup, perde kanatları germeye yarar. Baş parmaklar kanat dışında olup, kanca tırnaklıdır. Arka bacakları öndekilere nazaran küçük olup, dizlerden geriye bükük olur. Bu bacak pozisyonu tüneme ânında rol oynar. Uçarken kanat ve ayakları bir ahenk içinde hareket ederler. Kürkleri çoğunlukla, kahverengi ve siyahtır. Kırmızı ve beyaz olanları da vardır. Arı kuşundan büyük olmayan minik yarasalar olduğu gibi, kanatları açıldığında 1,5 metre eninde olanları da vardır. Sıcak bölgelerdekilerin boyları büyüktür. Avustralya’da yaşayan ve meyve ile beslenen bir çeşidinin kanat açıklığı 1,5 metredir. Meyve ağaçlarına büyük zarar verenleri vardır. Bu tiplerin ön dişleri daha uzundur.
Böcekçil olanlar küçük olup, keskin ve sivri dişleri böcekleri yemeye müsaittir. Bu grup, Kuzey Amerika ve Avrupa’da bulunan umûmî yarasaları kapsar. En büyük düşmanları baykuşlardır.
Sıcak bölgelere göç eden veya kış uykusuna yatanları vardır. Kuyruklu olanlarının kuyruklarının üstünde tüy bulunmaz. İskeletleri hafif olduğundan dolayı uçuş için mükemmeldirler. Güney Amerika’da yaşayan vampir yarasası (Desmodus), açık havada uyuyan memeli hayvanların ve büyük kuşların kanını emerek beslenir. (Bkz. Vampir)
Yarasalar koloni topluluğu hâlinde yaşamayı severler. Mağaralar, ağaç kovukları veya harâbelerde tünerler. Düz zeminlere yapışmak için ayak parmakları vantuzlu olanları da vardır. Çoğunlukla erkek ve dişi koloniler ayrı tüneklerde barınırlar. Yarasa acayip şekilli garip yaratılışlı bir hayvan olduğundan hakkında türlü türlü efsâneler söylenmiştir. Söylendiği gibi pis hayvan değildir. Her sabah ve yemeklerden sonra kediler gibi yalanarak kendilerini temizlerler.
Yarasalar gerçekte eşsiz yaratıklardır. 15-20 yıl kadar yaşarlar. Uzmanlar onlarla ilgili geniş çaplı araştırmalara girişmişlerdir. Yarasaların barınakları tabiatın henüz tam çözülmemiş bir sırrıdır. Yarasalar kış uykusuna yatabilen sıcakkanlı yaratıklardır. Aktiflik dönemlerinde sıcakkanlıdırlar. Fakat uykudayken soğukkanlı olurlar. Diğer memelilere nazaran daha kolay ve daha çabuk kış uykusuna girebilirler. Buzdolabında bile hayatlarını devam ettirebilirler. Laboratuvarlardaki buzdolaplarında uyuyan yarasalar üzerinde yapılan çalışmalar, kalp ve dolaşım hastalıkları ile kadın hastalıklarına ışık tutmaktadır.
Bütün yarasaların gözleri görür, fakat görmekten çok tabiî radar sistemi olan his organlarını kullanırlar. Yarasa, ses-yankı sistemiyle bezenmiş, canlı bir radardır.
Ağızları açık uçarlar ve kanat çırparken insan kulağının duyamayacağı derecede yüksek frekanslı sesler çıkarırlar. Bu ultrasonik titreşimler bir cisme çarpınca hemen yarasaya yansıtılır. Yarasa buna göre cisimlerin şekil ve uzaklıklarını, hareketli veya sâbit olduklarını tespit eder. Yarasanın ekolokasyon (ses titreşimiyle yer tespiti) sistemi hem yönünü bulması hem de avını tespit edebilmesi bakımından son derece önemlidir. Buna göre avını yakalar ve düşmanından kaçar. Birçoklarının kulak ve burunlarından sarkan acayip şekilli zarımsı ilâveleri vardır. Bu ilâveler çoğunlukla küçük böcek yiyici yarasalarda bulunur. Kulakların altlarında da tragus adı verilen küçük memeleri vardır. Tragus ve burun yaprakları yarasaların hissî organları olarak bilinirler. Ses dalgalarına karşı muazzam hassastırlar. 200.000 frekanslı sesleri rahatlıkla duyarlar. Halbuki insan, frekansı azamî 20.000 olan titreşimleri ses olarak duyar. Ses-yankı sistemiyle çalışan tabiî radarları sâyesinde karanlık gecede, gündüz gibi hiçbir yere çarpmadan rahatlıkla uçarlar. Yarasa süpersonik sesleri burnu ve ağzı ile çıkarır. Hassas kepçe kulakları ve hissî organlarıyla algılar.
Yarasalar böcek avlarken uçuş esnâsında sâniyede 200 beep (çığlık) çıkarırlar. Eskiden beri yarasaların avlarını ağızlarıyla yakaladıkları söylenirdi. Ancak son zamanlarda yüksek hızlı fotoğraflarla yapılan çalışmalar göstermiştir ki, bâzı yarasalar uçan böcekleri arka bacakları arasında bulunan zarı cep gibi açarak yakalar ve uçarken bunları yerler. Hızları normal olmakla berâber manevra kâbiliyetleri çok yüksektir. Hattâ kolibri ve kırlangıçlardan daha fazla manevra kâbiliyetine sâhiptirler. Son hızla uçarken 90 derece sağa ve sola dönüş yaparken ancak boyu kadar ileri bir kayma olur. Havadayken kendi ağırlıklarının iki katını taşıyabilirler.
Silahlı kuvvetler yarasaların ekolokasyon (yankı ile yer tespiti) sistemi üzerinde çalışmışlardır. Buna bağlı olarak radar ve sonarlar geliştirilmiştir. Bilim adamlarına göre yarasanın sonar sistemi, insanoğlunun yapmış olduğu radar ve sonar sistemlerinden bir milyar defâ daha hassas ve tesirlidir.
Yarasaların lokasyon (yer tespiti) sisteminin ve eko (yankı) sisteminin hassaslığını ölçmek için birçok deney yapılmıştır. Bunlardan birinde; karanlık bir odaya yarasalarla aynı frekansta ve 2000 defâ daha güçlü ses üreten 70 tâne hoparlör yerleştirilmiştir. Ayrıca zemin-tavan ve duvarlar arasına, saç kalınlığında 28 adet ince çelik teller gelişi güzel gerilmiştir. Bu durumda dahi hayvan, sâdece bu incecik tellere çarpıp kendisine geri dönen ekoya dayanarak bu yüksek gürültü arasında bile, tellerin arasından hiçbirine dokunmadan karanlık odanın içinde uçuşlar yapabilmiştir. Başka bir deneyde de kör edilen bir yarasanın hiçbir yere çarpmadan uçtuğu gözlenmiştir.
Karanlık bir odanın tavanına ucu çıngıraklı ipler asılmış ve içeriye uçan bir yarasa salınmış, yarasanın uçuşu sırasında hiç çıngırak sesi duyulmamıştır. Hiçbir ipe çarpmadan zikzaklar çizerek uçmuştur. Bir defâsında bir bilim adamı yarasa kolonisinin tünediği karanlık bir mağaraya girdi. Gürültü çıkararak yarasaları rahatsız etti. Bir anda binlerce yarasa mağaranın içinde uçmaya başladı. Bu şaşkınlık ve karanlık içerisinde hiçbiri diğerine çarpmıyordu. Mağarayı dolduran ses dalgaları içinde her yarasa kendi sesini ayırarak çevrede uçuşan bireylere çarpmadan uçabiliyordu. Yarasalar yansıyan ses dalgalarını değerlendirmede harika denecek kadar hassastır.
Bu hayvanlar yerde zorlukla yürürler, âdetâ sürüne sürüne gezerler. Dâimâ kuru yerleri seçerler. Art ayaklarının pençeleriyle veya ön ayak çengelleriyle çıkıntılı bir cisme baş aşağı asılarak dinlenirler. Kanatlarıyla vücutlarını öyle örterler ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücûdunu ıslatmaktan korur. Yarasalar, yiyeceklerini günlük temin ettikleri için kışlık yiyecek biriktirme imkânına sâhip değildirler. Ilık iklimlere göç etmeyenler kış uykusuna yatarlar. Kış uykusu esnâsında vücutlarındaki yağı azar azar tüketirler. Bu yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar. Yarasaların bir kısmı sivrisinek ve bâzı mahsule zarar veren böcekleri yerler. Bir kısmının ise gübrelerinden mühim derecede istifâde edilmektedir. Gübresi ziraat dışında, barut yapabilmek için güherçile imâlinde kullanılmaktadır.
Yarasaların memeleri ve döl yatakları çifttir. Bâzılarının dişileri hayz görür. Gebelik süresi 110 gün kadardır. Genellikle 1 veya 2 yavru doğururlar. Dişiler yavrularını büyüyünceye kadar kanatlarının altında taşırlar. Yarasada annelik şefkati yüksektir.
Memeli hayvanlar içinde sâdece dişi yarasa erkeğinin spermini depolayıp gerektiğinde ve uygun gördüğü zaman kullanabilen tek memelidir. Birçok yarasa türü kış uykusuna yatmadan evvel sonbaharda çiftleşirler. Dişide ancak ilkbaharda üreme hücresi (yumurta) meydana gelir. Kış uykusu müddetince vücûdunda depoladığı spermle bunu döller. Hâmile dişiler doğum oluncaya kadar erkeklerden ayrı olarak doğum koğuşlarında tünerler. Doğum oluncaya kadar erkekler buraya uğramazlar. Yavrular, haziran ve temmuz aylarında doğarlar. Genelde dişi, bir yavru doğurur. Bilim adamları dişi yarasaların sperm depolama hâdisesini henüz çözememiştir. Bununla ilgili olarak yoğun araştırmalar devam etmektedir. Bunun çözümü sun’î tohumlamaya yardımcı olacaktır. Bu yolla saf ırk hayvanların spermlerinin uzun müddet bozulmadan saklanması ve ithal edilmesi gerçekleşebilecektir.
Vücûdunda sperm depolama özelliği bal arılarının kraliçesinde de mevcuttur. Zifaf uçuşunda kraliçe ile çiftleşen erkek, kraliçenin vücûduna ömrü boyunca depolayacağı milyonlarca sperm aktarır.
Genelde memeli bir hayvanın ömrü, onun vücut ölçüsüyle ilgilidir. Bir tarla fâresi nâdiren bir yıldan fazla yaşar. Bir kedi 13 yaşında, köpek 14 yaşında, at 20 yaşında yaşlı sayılır. Ancak yarasaların birçoğu fâreden daha ufak olduğu halde 15 veya daha fazla yıl yaşayabilmektedir. Hattâ çok garip olan bir olay da şudur ki; hayatları boyunca yağlı böceklerle beslenen yarasalarda yan etki olarak hiçbir rahatsızlık görülmez. 20 yaşlarında bir yarasayla bir yaşındaki bir yarasanın hiçbir atardamar çeperinde bir yağ birikintisine rastlamak mümkün değildir. Bugün çözüm bekleyen konulardan biri de; yarasalar yağlı yiyeceklerle bol bol beslendiği halde damar hastalıklarına yakalanmamalarıdır.
Yarasalar (Chiroptera) takımının, büyük yarasalar (Megachiroptera) ve küçük yarasalar (Microchiroptera) olmak üzere iki alt takımı mevcuttur. Büyük yarasalar alt takımı, Afrika, Hindistan ve Avustralya ormanlarında yaygındır. Kanat-ayaklıgiller (Pteropodidae), bu alt takımın tek familyasıdır. Küçük yarasalar alt takımı; Nalburunlu yarasagiller (Rhinophidae), Yaprakburunlu yarasagiller (Phyllostomatidae), Serbest kuyruklu yarasagiller (Emballonuridae), Kapakburunlu yarasagiller (Rhinopomidae), Yassı burunlu yarasagiller (Vespertilionidae), Balık yiyen yarasagiller (Noctilionidae) familyalarını ihtivâ eder.
Yarasa, üzerine gittiği hareketli bir böcekten yansıyan eko ile, kendisinin çarpmamak için kaçtığı bir dal parçasından akseden ekoyu birbirinden nasıl ayırt edebiliyor? Nasıl oluyor da kendisiyle birlikte binlerce yarasanın bulunduğu bir mağarada kendi ekosunu diğerlerinden ayırt edebiliyor? Bu tip soruların cevâbı bulunabilirse insanlığın elektronik güdüm ve tespit sahasında yapmış olduğu buluşlar bir anda akılları durduracak bir seviyeye ulaşır.
Dünyada 18 familyaya bağlı, 986 tür yarasa varken Türkiye’de 4 aileye bağlı, 30 tür yarasa bulunmaktadır. Türkiye’de yaşayan yarasa familyaları şunlardır:

•Uçanköpekler ( Pteropodidae): Gözleri oldukça büyüktür, dış kulakları huni şeklindedir. Meyvelerle beslenirler.

•Nal burunlu yarasalar ( Rhinolophidae): Burunları atnalı şeklinde, gözleri küçüktür. Kış uykusu sırasında serbest olarak baş aşağı sarkarlar ve uçma derisiyle bütün vücutlarını örterler. Böceklerle beslenirler.

•Düz burunlu yarasalar ( Vespertilionidae): Burunları düz, gözleri küçüktür. Sadece böceklerle beslenirler. Koloniler halinde yaşarlar.

•Kuyruklu yarasalar = Buldokyarasalar ( Molossidae): Kuyrukları oldukça uzun, kulakları büyük ve köşelidir. Kanatları dar ve uzundur. Pis kokarlar.

Yunuslar

 Mavi Denizlerin Sevimli Memelileri Yunuslar
İbrahim Mete Mısırlıoğlu  a
 

Günümüzde yunusların balık olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Çünkü yunusların yapıları, sucul yaşama uyum sağlayarak vücudun balık şeklini almasına neden olmuş ve yunuslar diğer memelilerden oldukça uzaklaşmışlar. Yunuslar MÖ 400 yıllarında ilk kez Aristoteles tarafından balık olarak tanımlanmışlar ve bu yanılgı onların kedi, koyun ya da inek gibi bir memeli olduğu anlaşılıncaya kadar sürmüş.
Yunuslar tıpkı balinalar, foklar, morslar, deniz aslanları gibi birer deniz memelisi. Zaten balinalarla da yakın akrabalar ve bu yakın akrabalarıyla birlikte memelilerin Cetacea (Balinalar + Yunuslar) takımında yer alıyorlar. Bu takıma ait olan ve gerçek yunuslar olarak bilinen Delphinidae familyasına ait birçok yunus türü var. Ama hemen tüm denizlerde yaşayan ve Türkiye denizlerinde de en yaygın olan tür, Delphinus delphis. Bu türe “Tırtak” adı da veriliyor.
Yunuslar deniz memelisi oldukları için karasal memelilerden pek çok farklılıklar gösteriyorlar. Örneğin üyeleri çok farklılaşmış. Ön üyelerinde üst ve ön kol körelmiş. Yani göğüslerindeki yüzgeçleri, aslında yunusların elleri ve bu yüzgeçlerdeki 5 ışın da parmakları. Arka üyeleriyse kalça kemeri dışında tümüyle körelmiş.
Derileri diğer pek çok memeliden farklı olarak kılsız ve pürüzsüz. Bunun yerine ısı yalıtımını sağlamak için derilerinin altında kalın bir yağ tabakası görülüyor.
Yine diğer memelilerden farklı olarak gözleri vücutlarına oranla çok küçük. Kulak açıklığı gözlerle göğüs yüzgeci arasında bulunuyor ve kulak kepçeleri yok; ancak, işitme duyuları çok gelişmiş. Yönlerini ultrasonik dalgaların yansımasıyla buluyorlar. Tek bir burun delikleri var ve bu da başlarının üzerinde bulunuyor. Tıpkı balinalar gibi soluk verirken bu deliklerden su fışkırtıyorlar. Yavrularını suyun içinde doğuruyor ve suyun içinde emziriyorlar.
Karasal memelilerden farklı olarak yunuslarda ter atmayı sağlayacak ter bezleri ya da su kuşları ve kemikli balıklarda görülen tuz bezleri yok. Besin ve suyla vücuda giren fazla tuz yalnızca böbreklerle dışarı atılabiliyor. Bu nedenle böbrekleri karasal memelilere göre daha büyük ve gelişmiş.
Tırtaklar diğer yunus türlerine göre küçük boylular ve uzunlukları yaklaşık 1,7-2,6 m.; ağırlıkları 70-135 kg. arasında. Çeneleri, öne doğru kuşların gagasına benzer şekilde uzamış ve herbir çenede konik yapıda 80-120 küçük dişçik var. Dışarıdan belirgin bir boyun kısımları yok. Sırt kısımları genellikle koyu siyah, kahverengi ya da gri; karın kısmı beyaz. Gözlerinin çevresi açık renkli. Yan taraflarında gözden kuyruğa kadar uzanan sarımsı kahverengi “∞ ” şeklinde bir desen var. Sırtlarında bağ dokudan oluşmuş sırt yüzgeçleri de büyük ve belirgin.
Yüzey ısısı 10 °C’nin üzerinde olan suları tercih ediyorlar ve bu nedenle özellikle tropik ve subtropik denizlerde yaygınlar.
Çok hareketli olan yunuslar, memeliler içinde en iyi yüzen ve dalan hayvanlar. Yüzmelerinde en etkili yapıları da kuyruk yüzgeçleri. Kuyruk yüzgeçleri balıkların tersine, yatay konumlu ve bu yüzgeçlerini seri bir biçimde aşağı-yukarı hareket ettirerek hızlı yüzebiliyorlar. Yüzerken hızları saatte 35 km’ye ulaşıyor.
Çok sosyal hayvanlar oldukları için genellikle 10-500 bireyden oluşan gruplar halinde eşgüdümlü olarak yüzüyorlar. Bunun yanısıra 2000’den daha fazla bireye sahip gruplar da görülebiliyor.
Yunuslar insana en yakın hayvan gruplarından biri. Oyun oynamayı çok sevdikleri için ağızları ve yüzgeçleriyle numaralar yapmayı, grup halinde yüzerken aynı anda su dışına sıçramayı, gemilerin çevresinde dönüp onlara eşlik ederek yüzmeyi çok seviyorlar. İnsanlara olan yakınlıkları nedeniyle özel olarak yapılmış büyük havuzlarda rahatlıkla beslenebiliyorlar. Bu havuzlara “delfinaryum” adı veriliyor. Delfinaryumlarda, vücutları tamamen su dışında kalacak şekilde sudan dışarı sıçrayıp tekrar dalmak, bazen tüm vücutlarıyla su dışına çıkıp takla ve parende atmak ve akrobatik hareketler yapmak en sevdikleri oyunlar. Yine özellikle havuzlarda suyun yüzeyinde, yalnızca kuyrukları suyun içinde kalacak şekilde dik durup geri geri yüzmeyi de çok seviyorlar. Yunuslar dünyanın en zeki hayvanlarından biri. Zekalarının akıllı bir köpeğinkine eşit olduğu düşünülüyor. Bu nedenle çok çabuk öğreniyorlar. Hem bu zekaları hem de insanlara karşı olan dostça davranışları nedeniyle eski Yunan’dan bu yana efsane ve öykülere konu olmuşlar. Örneğin yunusların deniz kazalarında insanları kurtardığına ilişkin bir inanış var. Ama bugüne kadar bir deniz kazasında yunuslar tarafından kurtarıldığını ileri süren hiç kimse çıkmamış. Yunusların suyun yüzünde duran bir cismi burunlarıyla itme ve eğer yakındaysa kıyıya atma gibi bir dürtüleri var. Belki bu inanışın ortaya çıkmasında bu özelliklerinin rolü de olabilir. Bu inanış doğru olsun ya da olmasın, yunusların insanların en iyi dostlarından biri olduğu kesin. Diğer bir yanlış inanış, yunusların tıpkı insanlar gibi anne, baba ve çocuklardan oluşan bir aile kurdukları yolunda. Oysa yukarıda da söylendiği gibi büyük gruplar oluşturuyorlar.
Bunun yanında Rusya ve bazı Avrupa ülkelerinde sinir sistemi rahatsızlığı bulunan çocukların tedavisinde yunuslardan yararlanılıyor. Bilimsel bir kanıtı olmamakla birlikte, delfinaryumlarda yunuslarla bir araya gelip oynayan bu çocuklarda iyileşmeler görülebiliyor.
Islığa benzer, çok güçlü sesler çıkartıyorlar ve sesleri teknelerin çevresinde dolaşırlarken suyun dışındakiler tarafından duyulabiliyor. Bu sesler bazen şarkı söyler gibi melodik oluyor. Önceleri bu seslerin çok karmaşık olduğu ve yunusların, kendi aralarında neredeyse insanlar gibi bir iletişim sistemi kurdukları sanılmış. Ama yapılan incelemeler bunların oldukça basit sesler olduğunu ortaya koymuş. Özellikle yaralandıkları ve yavrularını kaybettikleri zaman bu sesler daha da güçlü oluyor.
Küçük balıklar ve mürekkepbalığı gibi küçük omurgasızlar, en severek yedikleri besinler. Yüzeye yakın yaşıyorlar, ancak bunun yanında 300 m kadar derine dalabiliyorlar. Yalnızca üreme zamanında eş tutuyorlar. Bunun dışındaki zamanlardaysa ayrılar.
Çiftleşme dönemleri genellikle ilkbahar ve sonbahar ayları. Eş yunuslar yüzerken yanyana geliyorlar ve kuyruklarını birbirlerine yaklaştırarak çiftleşiyorlar. Gebelikleri 10-12 ay kadar sürüyor ve genellikle 1 ya da 2 yavru doğuruyorlar. Doğum sırasında önce yavrunun kuyruğu dışarı çıkıyor. Doğan yavrular hemen yüzmeye başlıyor ve annelerini izliyorlar. 19 ay kadar süt emen yavru yunus 15-16 ay sonra da erginleşiyor. Memeler karında, eşey açıklığı bölgesinde yer alıyor. Sütleri yağ, protein ve vitamin bakımından oldukça zengin olduğu için yavrular çok hızlı gelişiyorlar. Yaşam süreleri 30 yıl kadar.
Yunuslar özellikle Japonya, Güney Amerika ve Azorlar’da balıkçıların hedefi. Bunun yanısıra Pasifik, Akdeniz, Batı Afrika ve Yeni Zelanda denizlerinde ağlara takılarak yanlışlıkla avlanabiliyorlar. Türkiye denizlerinde de çok bulunan bu türe ait hayvanların sayısı, özellikle Karadeniz’de bir dönem çok fazla avlanma nedeniyle azalmış. 1971 yılında Türkiye’de 88.000 kadar yunusun öldürüldüğü kayıtlı. Bu nedenle, sayılarının giderek azaldığı bilinen bu sevimli memelilerin avlanmalarının kesin olarak önlenmesi ve mevcut populasyonların yoğunluklarının sürekli denetlenmesi öneriliyor.

İbrahim Mete Mısırlıoğlu                    Eskişehir Osmangazi Üniv. Biyoloji Bölümü
metem@ogu.edu.tr                         


    
   Kaynakça: 
   Bilim ve Teknik Dergisi  
 Kasım-2002

İbrahim Mete Mısırlıoğlu'na teşekkürlerimizle

16 Temmuz 2013 Salı

Yılanların Dünyası

Yılanların Bilinmeyen Dünyası

-Yılanlar, sadece yüksek dağ tepeleri ve kutup bölgeleri gibi toprağın yıl boyunca donuk kaldığı yerlerde yaşayamazlar. Bunun dışında, çöller, okyanuslar, akarsular ve göller dahil yeryüzünün hemen her yerinde görülürler.

-Yeni Zelanda ve İrlanda gibi bazı adalarda hiç yılan yoktur!

-Yeryüzünde 2700’den fazla yılan türü vardır. Pitonlar, anakondalar, boa yılanları, çıngıraklı yılanlar, engerekler, kobralar…

-Yılanlar, bedenleriyle yerdeki titreşimleri hissederler. Çevrelerindeki tehlikeleri ya da avlarının büyüklüğünü, hareketini böyle algılarlar.

-Yılanların çoğunun dilleriyle koku aldığını biliyor muydunuz? Önce dillerini dışarı çıkarırlar, dilleriyle dokundukları nesnelerin kokularını ‘toplarlar’. Havadaki kokular için de aynı şeyi yaparlar. Dillerini ağızlarına geri soktuklarında, dillerinin ucundaki çatal biçimindeki bölümü damaklarındaki özel bir noktaya değdirirler. ‘Jacobson organı’ denilen bu nokta aynı zamanda yılanların koku alma merkezidir. Bu merkez sayesinde yılanlar topladıkları kokuların ne olduğunu fark ederler. Bazı yılanlar burunlarıyla da koku alır.

-Yılanlar, avlanmak, tehlikelerden korunmak ve eş bulmak için duyularını, en çok da koku alma duyularını kullanırlar.

-Dış kulakları olmadığından, uzun zaman, yılanlar sağır zannedildi. Çeneleriyle kulakları arasında kemik bağlantıları olduğundan, üzerinde bulunduğu toprağın yansıttığı sarsıntıları kolayca işitirler. Çenesini yere koyan çıngıraklı bir yılan çok uzaktan gelen bir atın ayak seslerini kolayca duyabilir.

-Bazı yılan türleri aylarca hiçbir şey yemeden yaşayabilir.

-Bazı pitonların boyu 8-9 metreyi bulabilir.

-‘İpliksi yılan’ en küçük boylulardır, bazıları sadece 10 santimetredir!

-Yılanlar soğukkanlı hayvanlardır ama yaşamlarını sürdürebilmeleri için vücut sıcaklıklarının belli bir derecenin üzerinde olması gerekir. Bu nedenle vücut sıcaklıkları düştüğünde güneşte ısınırlar. Yükseldiğindeyse gölgede serinlerler.

-Soğuk iklimlerde yaşayan yılan türleri kışı atlatmak için kış uykusuna yatar. Oyuklara ya da mağaralara gizlenerek havalar yeterince ısınıncaya kadar uyurlar.

-Yılanların birçoğu tıpkı kuşlar gibi yumurtlar. Yılan yumurtalarının kuş yumurtalarından farkı kabuklarının yumuşak ve deriyi andıran yapısıdır. Yumurtalara güvenli bir ortam sağlayabilmek için yılanlar onları kovuğa bırakır ya da toprağa gömerler. Yavrular, bu yumurtaların içinde gelişimini tamamlar.

-Kobralar ve bazı piton türleri yumurtalarının üzerinde kuluçkaya yatar.

-Boa ve çıngıraklı yılan gibi kimi yılan türlerinin yavruları anne karnında gelişir ve yavrular bir kesenin içinde doğar. Sonra bu keseyi yırtarak dışarı çıkarlar.

-Yılan yavruları, yumurtadan çıktıktan sonra başlarının çaresine bakmak zorundadır!

-Yılanların bacakları yoktur. ‘Yürümek’ için bedenlerini kaplayan pullarını ve kaslarını kullanırlar.

-Yılanlar, etobur canlılardır. Avlarına saldırırlar ya da tuzak kurarlar.

-Bazı yılan türlerinin tükürüğünde özel bir zehir bulunur. Bu yılanlar avlarını uyuşturmak ya da kendilerini düşmanlarından korumak için onları ısırır.

-Yılanlar; böcekler, kemirgenler, balık, kurbağa, sürüngenler ve küçük memelilerle beslenirler. Yiyeceklerini çiğnemeden, bütün olarak yutarlar.

-Yılanlar dişlerini yalnızca avlarını tutmak ve kaldırmak için kullanırlar.

-Bazı yılan türleri avlarını yutmadan önce bedenleriyle sarıp boğar, bazılarıysa avlarını yutmadan önce zehirleriyle etkisiz hale getirir. Yediklerini sindirmeleri bazen günler, haftalar hatta aylar sürer! Ekonomik hayvanlardır, bu nedenle çok sık beslenmeleri gerekmez! Yılda sadece birkaç kez beslenen yılan türleri de vardır!

-Yılanlar neden tıslar hiç düşündünüz mü? Kendilerini tehlikede hissettiklerinde ya da düşmanlarıyla karşılaştıklarında ‘tısssss’ diye bir ses çıkarırlar.

-Yılanların üzerinden her yıl sıyrılarak değişen üst deriye yılan gömleği, yılan kavı denir. Sağlıklı bir yılan yılda en az 2 veya daha fazla gömlek değiştirir. Deri değiştirmenin amacı, vücudun büyümesine olanak tanımaktır. Çünkü pullar esnek yapılar değildirler ve hayvan ancak pulları ile sınırlanmış hacmi kadar büyüyebilir. Bu hacimden fazlası gerekeceğinde de, pullar alt tabakalarından genişletilir ve dar olan dış yüzey atılır.

- Yılanların gömlek değiştirme zamanı geldiğinde, deri ve gözleri örten şeffaf tabaka matlaşır, iki hafta sürebilecek olan bu işlem sırasında yılan faaliyetini kesip bir yere gizlenir. Deri değiştirdikten sonra hayvan tekrar parlak renkli olur. Yılan gömleği elastik olduğundan çektikçe uzar bu bakımdan yılanın boyu hakkında herhangi bir fikir vermez.

- Peki, tıbbın simgesinin asa üstünde bir yılan olduğunu biliyor musunuz? Bugün tıpla ilgili hekimlik, veteriner hekimlik, diş hekimliği, eczacılık gibi dalların hepsinin sembollerinin yılan olmasının kökeninde, insanların doğadan tam kopamadıkları, doğa Tanrılarına inandıkları zamanlardaki inanışlar yatar.

- Uzakdoğu kültüründe yılan simgesi bilgelik anlamıyla yüklüdür.

- Anadolu kültüründeki söylenceler çerçevesinde yılanın, sağlığın ta kendisi olduğu kolayca ileri sürülebilir.

- Ve tıbbın simgesi olan yılanlarla ilgili bir hikayeyle bitirelim ‘Yılanların Bilinmeyen Dünyası’nı:

Lokman Hekim doktor ve eczacıymış. Dükkânında her türlü hastalığın devası olan ilaçlar varmış. Hastalar içeri girdiklerinde hastalıklarına iyi gelecek olan ilaç şişesi sallanırmış. Bir gün içeri birisi girmiş. Ancak hiçbir şişe sallanmamış. Lokman Hekim bunun üzerine: "Senin hastalığının çaresi yok öleceksin" demiş.

Adam ölümden kurtuluşun olmadığını öğrenince çok üzülmüş. Her şeyini satmış. Yanına bir at yay ile ok ve av köpeği alarak dağlara çıkmış. Vurduğu hayvanları yiyip yörüklerden yoğurt süt alarak yaşıyormuş. Bu arada hastalığı da iyice artmış. Bir ağacın altına gelmiş. Atını bağlayıp köskelmiş. O sırada bir yörük kadını bir tas sütü saylığa koymuş. Yılanların sütü sevdikleri bilinir. Tasa yaklaşan bir yılan sütü içmiş sonra da zehirini süte kusmuş. Tas yemyeşil olmuş. Ağrıları iyice azan adam: "Gidip şu zehiri içeyim de ölüp kurtulayım" diyerek zehirli sütü içmiş. Bir süre sonra ishal olmuş ve kusmaya başlamış. Ancak oldukça hafiflediğini hissediyormuş. Ölmek için içtiği zehirden sonra daha iyi olduğunu görmüş. Gün geçtikçe iyileşmiş ve hastalığı tamamen geçmiş.
Lokman Hekim'e gidip “Sen bana öleceğimi söylemiştin. Ama ölmedim" demiş. Bunun üzerine Lokman: "Ben sana ala ineğin sütünü nereden bulayım sütü yılana içirip nasıl tasa kusturayım. Hastalığının çaresi vardı ama bu ilacı temin etmek zor olduğu için öyle dedim" diye cevap vermiş.

O gün bu gündür tas ve yılanın eczacılık ve tıp biliminin simgesi olması halk tarafından Lokman Hekim'e dayandırılır.

Zebra

ZEBRA,ZEBRALAR,ZEBRALAR NASIL HAYVANLAR,YAŞAM SÜRELERİ,NERDE YAŞARLAR,HANGİ KITADA,ÖZELLİKLERİ

 zebra hakkında bilgi
Zebra, atgiller (Equidae) familyasını oluşturan tek cins Equus'un Hippotigris alt cinsinde sınıflanan canlı türlerinin ortak adıdır.
Atın yakın akrabalarından olan zebralar siyah ve beyaz çizgili postlarından ötürü kolayca tanınırlar. Yalnız Afrika'da bulunan bu hayvanlar seyrek ağaçlı ve otlarla kaplı açık alanlarda yaşarlar ve sık sık antiloplarla birlikte sürüler oluştururlar. Zebralar, tıpkı atlarda olduğu gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer ve en az onlar kadar hızlı koşarlar.
Tüm zebraların çizgilerinin yapısı ve sayısı birbirinden farklıdır. Zebraların dikey çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma yoludur. Zebralar, yaşamlarını sürdürebilmek için su ve ot ile beslenirler. Fakat unutulmamalidir ki zebralar arasinda guzide bir yer sahibi olmus banu zebrasi ki bu tur istanbul`da bulunur etoburdur. Bazen yiyecek bulmak için 50 km yürürler, sonrasında yaşadıkları ortama geri dönüp, alıştıkları yaşam ortamlarında yaşarlar. Zebralarda ortalama boy 1-2 metre arasındadır.
YIRTICI VAHŞİ HAYVANLAR RESİMLERİ HAYATI HAKKINDA HERŞEY RESMİ BESLENME ÜREME YAVRULAMA ÇİFTLEŞME BİLGİLERİ TÜRLERİ ÇEŞİTLERİ YAŞAMLARI NE YERLER YAŞAM SÜRELERİ KARAKTERLERİ TARİHÇESİ YARADILIŞI ÖMRÜ YAŞAM DÖNGÜSÜ ÇEŞİDİ KAÇ SENE YAŞAR BAKIMLARI NE KADAR YER ÖZELLİKLERİ YAŞADIKLARI ALANLAR HEM SUDA HEM KARADA YAŞAYAN HAYVANLAR HANGİ COĞRAFYADA YAŞARLAR BESLENMELERİ NASIL BAKILIR GEÇMİŞLERİ HANGİ KITADA NEREDE YAŞARLAR HANGİ ORMANLARDA KAÇ YAŞINDA ÇİFLEŞİR ÜLKELERİ YAŞAM ALANLARI EVCİLLEŞTİRME YAŞAMA BİÇİMİ YAŞADIĞI COĞRAFYA OTOBURMU ETOBURMU NE KADAR YAŞAR TEHLİKELİMİ NERELERİ SEVER EĞİTMEK

Zürafa


Zürafanın uzun boyuna uygun olarak yaratılmış özellikleri

zurafa1Zürafalar, neden beyin kanaması geçirmezler?

Bu canlıların başı neden dönmez?

Zürafaların yemek borularındaki asansör sistemi nasıl işler?

Başlarını eğdiklerinde oluşabilecek ani tansiyon artışı hangi sistem vesilesiyle kontrol altında tutulur?

Zürafalar, neden ayakta uyumayı tercih ederler?


Zürafa dört beş metreye varan boyuyla karada yaşayan hayvanların en uzun boylusudur. Bu uzun boyu nedeniyle, yaşayabilmesi için kalbinden iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Bunun için olağanüstü güçlü bir kalbe ihtiyacı vardır. Nitekim zürafanın kalbi kafasından daha büyüktür ve yaklaşık 60 cm uzunluğa ve 11.8 kg’lık bir ağırlığa sahiptir.

Zürafaların kalbi 350 mm Hg’lik bir basınçla kan pompalayacak kadar güçlüdür. Diğer bir ifadeyle, zürafanın tansiyonu 35’e çıksa bile bu durumun zürafaya bir zararı olmaz. Canlılar arasındaki en yüksek kan basıncına sahip olan zürafaların kalpleri dakikada 170 kez atmakta ve tüm vücuduna 75 litre kan pompalayabilmektedir.

Zürafalarda bulunan kan hücresi miktarı, bir insanda bulunanın iki katıdır.

Zürafalar bir şey yedikten veya içtikten sonra kafalarını yerde kaldırdıklarında, kalplerinin beyinlerine yeterli miktarda kanı pompalayabilmesi için normalden iki kat daha fazla atması gerekmektedir. Peki normal koşullarda pek çok canlının ölümüne sebep olabilecek kadar güçlü olan bu sistem, nasıl olur da zürafaya zarar vermez? Bunun nedeni, özel bir haznenin içinde bulunan sistemin, basıncın bu ölümcül etkisini kaldırabilmek için küçük damarlarla kuşatılmış olmasıdır.

Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?

Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.

Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.

Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan “sefaloraşidien” adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.

Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.

Zürafalar Neden Bayılmaz?
zurafa2Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan bir kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.

Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.

Zürafaların Yaratılışı, Allah’ın Üstün Sanatının Örneklerinden Biridir

Kuşkusuz, zürafalar sahip oldukları tüm özellikleri kendi ihtiyaçlarına göre planlayarak kazanmış olamazlar. Bu önemli özelliklerin zaman içinde yavaş yavaş işleyen bir evrim süreci ile oluştuğunun söylenmesi de mümkün değildir. Çünkü bir zürafanın yaşamını sürdürebilmesi için, mutlaka beynine kanı ulaştıracak bir pompalama sistemine, eğildiğinde ani kan basıncını azaltacak kapak sistemine ve başını kaldırdığında bayılmasını engelleyen damar sistemine aynı anda sahip olması şarttır. Bunlardan biri olmasa veya tam çalışmasa, zürafanın yaşamını sürdürmesi imkansız hale gelir.

Zürafaları Allah yaratmıştır ve yeryüzünde var olan diğer bütün canlılar gibi, zürafaların vücutlarında da Allah’ın üstün yaratma sanatının pek çok tecellisi bulunur. Allah bu durumu bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:

 
“Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4)
 
Zürafaların Bilinmeyen Özellikleri

Yemek borularında bir asansör sistemi vardır: Zürafaların boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Ancak hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Zürafalar daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve ağızlarında çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler. Ancak besinin mideden ağıza gidebilmesi için, yuttukları bitkilerin birkaç metre uzunluğunda olan boyunlarından yukarı doğru çıkması gerekir. Yüce Rabbimiz zürafaları besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sistem ile birlikte yaratmıştır.

Ağız ve diş yapıları ihtiyaçlarına yöneliktir: Zürafaların dilleri 45 cm dışarı uzanabilir. Dişleri ise bir tarak gibi olduğu için sert akasya dallarının dikenlerini ve mineral gereksinimlerini karşılayan kemikleri rahatlıkla çiğneyebilirler.

Renkleri bulundukları ortama uygun olarak yaratılmıştır: Zürafaların benekli derileri, onların kamuflaj yapmalarına uygun olarak yaratılmıştır. Çünkü savan alanlarındaki ortamın rengi ile uyum içinde olmaları, düşmanları tarafından fark edilmelerini zorlaştırır.

Vücutları, hızlı koşmalarını sağlayacak biçimde yaratılmıştır: Zürafalar bir tehlike anında koşarak 50-70 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar. Zürafanın bu koşma şekli, onun vahşi hayvanlar tarafından yakalanmasını zorlaştırır.

Küçük gruplar halinde yaşamaları güvenli bir ortam oluşturur: Zürafalar bütün yavrularına birlikte bakarlar. Yetişkin zürafalar dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi sayesinde diğer anneler rahatlıkla yavru zürafaları bırakıp kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler.

Yüce Allah zürafaların uyuma şekillerini özel olarak yaratmıştır:
Oturduklarında kalkmaları zor olduğundan, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak ayakta uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Ayrıca zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar. Mutlaka aralarından biri nöbet tutar.
zurafaAnne zürafa ve yavru arasındaki iletişim Yüce Allah’ın rahmetinin tecellisidir: Doğumdan sonraki birkaç gün içinde anne zürafa, zamanını yavrusunu yalayarak ve koklayarak geçirir, bu şekilde hem yavru temizlenmiş olur, hem de annesinin kokusunu öğrenir. Bu koku, anne ve yavrunun kalabalık bir sürünün içinde birbirlerini bulmaları gerektiğinde işe yarayacaktır.

Herhangi bir zorluk içinde olan yavru, annesinin dikkatini çekmek için çeşitli sesler çıkarır. Annesi de onu sesinden hemen tanır ve yardımına koşar. Zürafalar yavrularını hiç yanlarından ayırmazlar. Saldırıya uğradıklarında ise yavrularını vücutlarının altına iterler ve ön ayakları ile düşmanlarına sertçe vurarak saldırırlar.